Tarihçe

Beykoz Konakları > Tarihçe

Antik Beykoz Kenti 

Beykoz kentinin tarihine ilişkin bilinen en eski tarih M.Ö. VIII. yüzyıldır. Kimi tarihçilere göre bu tarih daha da eskilere götürülebilir. Ancak bu dönemde Beykoz bölgesine Hint-Avrupa kökenli olduğu söylenen küçük bir kavim olan Traklar’ın yerleştiği bilinmektedir.

Trakya’ya adını vermiş olan bu savaşçı topluluk yazılı bir kültüre sahip değildir. Her ne kadar güçlü yönetim mekanizmaları oluşturmuşsa da tek bir devlet olamamıştır. Amikos adını verdikleri Beykoz bölgesinde bir devlet kuran Trak halkı M.Ö. 337 yılında bölgedeki diğer bir kavim olan Bitinyalıların saldırısına uğramış ve yenilmiştir.

Bitinyalılar devrinde, bir krallık haline gelmiş olan Beykoz kenti, dokuz kral görmüştür. Bitinya, M.Ö. 74 yılında kral IV. Nicomedes tarafından Roma İmparatorluğu’na devredilmiştir. Çok geçmeden Pontus Krallığı tarafından işgal edilmiş, Roma ile Pontus orduları arasında on yıl süren savaş neticesinde Pontus Krallığı da Bitinya’ya dâhil edilmek suretiyle Roma İmparatorluğu’na katılmıştır.

Roma ve Bizans Dönemleri 

M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu, Batı Roma ve Doğu Roma olarak ikiye ayrıldığında Beykoz, Doğu Roma (Bizans) sınırları içerisinde kalmıştır. Boğazın Karadeniz’e bakan kısmına hâkim oluşu sebebiyle hem ticari hem de askeri öneme sahip olan Beykoz, 609 yılında Pers İmparatorluğu’nun, 669’da Müslüman Araplar’ın eline geçer. Ancak kısa bir süre sonra tekrar Bizans İmparatorluğu tarafından geri alınır. Bu, 1402 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişine dek, yani yedi asır sürecek olan bir hâkimiyettir.

Osmanlı Dönemi

Sultan Yıldırım Bayezid, bölgeyi, İstanbul’un fethinden tam 51 yıl önce ele geçirir. Böylelikle kent, Beykoz adını alır. Pek çok rivayetten en bilinenine göre Beykoz adı, Kocaeli beylerbeyinin burada oturmasından dolayı, Farsçada köy anlamına gelen “kos” sözcüğüyle Türkçe bey sözcüğünün biraraya getirilmesiyle oluşmuştur. Başka bir rivayete göreyse, bölgede fazla sayıda bulunan ceviz ağaçlarından dolayı o dönemde ceviz anlamına gelen “koz” sözcüğünden “Binkoz” türetilerek oluşmuştur. Osmanlı döneminde Beykoz bölgesi mesire yerleri, denizi, bereketli toprakları, ormanları ve geniş av sahalarıyla yönetici sınıfının gözde mekânlarından birisi olmuştur. Padişahlar başta olmak üzere, saray erkânı avlanmak için bu bölgeyi kendine mesken tutmuştur. Bu av merakıyla bağlantılı olarak, zamanla, padişahların ve saray erkânının konaklayabilmesi için av köşkleri ve kasırlar inşa edilmiştir.

XVII. yüzyıldan günümüze

Ava en düşkün padişahın, kendisi için ‘avcı’ lakabının kullanıldığı IV. Mehmed (1642-1693) olduğu söylenir. IV. Mehmed’in en kısa avının üç ay sürdüğü rivayet edilmiştir. Av merakı nedeniyle devlet işlerini ihmal etmekle suçlanmış, bunun üzerine tahtını Edirne’ye taşımıştır. Bu merak, daha sonraki padişahlar ve saray erkânında da devam etmiştir. 1904 yılında Saip Molla Paşa adındaki din bilgini, Beykoz’un sırtlarında bulunan ormanlık alanda bir av köşkü yaptırmıştır. Mimarı, Hidiv Kasrı’nı da yapan İtalyan mimar Delfo Seminati’dir. Köşke, o yıllar İtalya’da bulunan Toscana Villası’nın görünümü verilmiştir. Dönemin padişahlarının yanı sıra Avrupa’dan ve Mısır’dan gelen, dönemin ünlü prenslerine de hizmet vermiştir. İşte Beykoz Konakları, orman içerisinde, bu tarihi Av Köşkü’nün bulunduğu 100 hektarlık alanda, ağaçlar kesilmeden inşa edilmiş 401 konaktan oluşmaktadır. II. Abdülhamit, Mehmet Reşat ve Vahidettin tarafından kullanılmış olan Köşk, aslına uygun restore edilmiştir. Bugün, Av Köşkü, Beykoz Konakları’nın yönetim binası olarak, ona bağlı At Ahırı ise sosyal tesisler olarak kullanılmaktadır.